24 Aralık 2009 Perşembe

Sarıkamış tarihinde kilometre taşı; Dördüncü yazı

Değerli İzleyici,

Geçen iki hafta içinde ‘Sarıkamış 1936 blog’ ile üç yazı, bir fotoğraf sundum. Fotoğraftaki öykü uzun, dedim. Bu üç yazıya bir kez daha baktım. Yazılar da uzun olmuşlar.

Çağımız teknolojik donanımlarla hızlı yaşam öneren, başaramayanları altına alıp öğüten bir çağ. Bu nedenle kısa yazmak gerekiyor! Fakat kısa yazmak da kolay değil. Üstelik karşımızda böyle bir görsellik olursa! Ne yapacağız?

Bu, daha 1936’da gizli simgelerle sarmalanmış fotoğraf karşımızda dursun. Onu seyrederken düşünce açılımını birlikte sürdürelim. Evet! Açılım insanın ilk kendi içselliğine açılmasıdır, dedim. Bu kez bu fotoğrafın bulunduğu coğrafyaya dönük bir açılım nasıl olur?

Önceki yazılarda iki, belki üç konunun altı çizildi. BİR; ortak bir payda altında bu metnin ortak bir dil ile okunması konu başlığı olsun. Burada bir okuma gündemi oluşturacağız! İKİ; Bir de güven... Herkesin okuması, ortalama düzeyde konuyu hissetmesi; ortak algı ile ortak paydada katılımcı olup, konu çevresinde buluşması dil ortaklığına bağlı.

Bir de anlatı türü gerekiyor! ÜÇ; mektup önerisi geçen yazıda var! Mektupta öznellik de var! Olsun! Mektup yazılabilir bu satırların yazarına. Bunu önceleri duyurdum. Bu bir düşünce açılımıdır, dedim.

Fotoğrafın önemli bir konumu var! Simetri ve simge konumu evet! Geçen yazıda son kare olarak görsellikle sergilendi bu durum. Bakın!

Bu kez ilk sunumla göreceğiniz fotoğrafta, üçleme simetri, sırlarıyla gözlerinizin önünde duruyor! Üstteki aile fotoğrafında bir arkaplan var. Bir kent var. Bu kentin tarihi, bu aile ile hem de bu aileden bağımsız bir tarih var, dedim. Bugün fazla derinlere inmeden, bu fotoğrafın çekildiği coğrafya konusunda bir açılım yapalım.

Yukarıdaki fotoğrafın arkası Sarıkamış! Bu kesin bir belgesellikle kanıtlanabilir. Yıl, 1936. Bu da kesin! Bireylik dağarıyla varsıl bir önhazırlık ister, dediğim açılımda coğrafya konumunu belgeliyorum.Sunulan fotoğraflar, bu satıların yazarı tarafından 2005 yılında, Kars Havalımanı’ndan kalkan ve Soğanlı Dağları’na doğru yükselen bir uçaktan çekildi. Hemen, Selim İlçesi Batı doğrultusu var ilk karede.

Uçuşa göre solda Sarıkamış, sağda Coruh Kanyonları ile gelen vadiler, bu fotoğrafta gördüğünüz çekirdek ailenin varoluşunu besleyen topraklardır. Bu topraklar üzerine geride bırakılmış yazınsal arkaik metinler yok! Öznel duyumların ‘hamasi’ ezgilerle sunulmasından söz etmiyorum burada. Öznelliğin dışına çıkabilir ve yansızlık bağlamında belgesel olabilir yazınsal metinlerden söz ediyorum.

Özünde nüfus hareketleri olan savaşlarla, yenilgilerle, insan insana yıkımla gelen ve kendi bireysel tarihlerini de silerek kitleselleşen acılar var bu topraklarda. Bu fotoğrafta gördüğünüz insanlar bu coğrafyanın çocukları olarak yaşadılar, geride iz bırakmadan gittiler.

Şimdi bu insanların küllerinden geride kalan bir fotoğrafa bakarak, bu toprakların yaşanmışlığını yüzlerindeki çizgilere yerleştiren bu insanları biraz da el yordamıyla tanımaya çalışıyoruz.

İkinci yazıda; anlatıcısını uzun yıllar sessiz soluksuz sabırla bekleyen bir tarih var. Anlatıcısı nerede, diye sordum. Bu okuma açılımında işte örnekse yukarıdaki bu tür metinleri okurken; ne ‘öfke baldan tatlı’ olmalı, ne de ‘öfke ile kalkıp zararla oturmalı,’ insan, dedim.

Konuya biraz da el yordamı ile yaklaşırken, düzmece olmayan gerçekliklerle onanmış ve belgesellikle sınanmış şeyler yine de elimizde olacak, olmalı. El yakmayan nesneler olmalı bu tarihle sırlanmış fotoğrafı okurken, demek isterim. İşte bu fotoğraf el yakmayan bir gerçeklikle karşımızda okunmasını bekliyor!

Sarıkamış, yıl 1936. Bu fotoğraf, Sarıkamış tarihinde kilometre taşı olacak. Bu fotoğraftan öncesi, sonrası diye anılacak yerel bir tarih.

Bu fotoğraf salt Sarıkamış’ın değil, Kars Platosu ve evrilen Türkiye erken modernite tarihi içindeki seçkin yerini de alıyor.

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez
Stockholm, 24 Aralık 2009

16 Aralık 2009 Çarşamba

Sarıkamış 1936 fotoğrafı okunmalı mı?; Üçüncü yazı

Değerli İzleyici,
Geçen hafta Sarıkamış, iki kuşak ve 1936 tarihi ile karşımıza çıkan 'fotoğraftaki öykü uzun,’dedim. Kısa bir yaşama bağlı bu büyük fotoğrafı nasıl okuyacağız? Bu bir açılım tasarımıdır!

Açılım insanın ilk kendi içselliğine açılmasıdır. Hadi açtık ve okuduk diyelim! Bu okumayı nasıl bir dilmaçlıkla çevireceğiz ve kendi öznel okuma yöntemimizi genel bir okuma düzeyine indirgeyip ortak bir dil paydası altında kamuoyunun da okumasını nasıl sağlayacağız?

Bir panoya asılmış yarı resmi bir çizelge okuması değil, hayır bu değil, bir yazınsal metin dili olan bir okuma ile yola çıkmak var bu işin içinde. Yazınsal metinci olan bu satırların yazarı, bu okumayı mektup türü ile meraklılarına iletebilir. Bu fotoğrafın çevrimi, mektup türü ile yazılarak gelecek kuşaklara sunulabilir mi? Bu bir düşünce açılımıdır.

Fakat mektup türü çok öznel duyumları da içerir. Böyle ise nasıl okuyacağız? Şiir mi yazacağız ki, bunun öznel boşalımcı, hamasi ve didaktik ve monoton örnekleri var. Konuya dönelim, bu fotoğrafta bir arkaplan var. Bir kent var. Bu kentin tarihi, bu aile ile hem de bu aileden bağımsız bir tarih var. Bu fotoğrafta parçadan bütüne, bütünden parçaya doğru ilerlemek de var. Nereden başlayalım?

Ortada gecikmiş bir açılım, hatta tasarım denemesi var. Henüz ortada hiçbir şey yok! Zeus’un gökgürültülerine benzer tanrısal homurtuları da her insanın içinde vardır. Olsun! Karşımızda ‘anlatıcısını uzun yıllar bekleyen bir tarih var,’ diye noktalandı önceki yazı.

Zeus’un gökgürültülerine benzer öfkeli homurtularını şimdiden evet, yakınlarımda işitiyor gibiyim. Evet,‘mükemmel’i arama, daha iyisini yapma nedeniyle her insan içinde hoşnutsuzluk ve öfke mayası taşır.

Soyaile saygın bireylerini de bu son derece insanca eğilimin dışında tutamayız. Sonuç olarak insanda öne çıkacak kırılganlık mayası bir yanardağ gibi lav saçar çevresine ve açılım tasarımı sona erer. Her türlü açılım zordur. İnsan ilkin kendi içselliğine açılmalı. Neden?

Bireylik dağarıyla varsıl bir önhazırlık ister her açılım. Bu fotoğrafı okuma açılımında bu tür bir yazınsal metni okurken; ne ‘öfke baldan tatlı’ olmalı, ne de ‘öfke ile kalkıp zararla oturmalı,’ insan.

Daha özü bu aile açılıp okunması niyetiyle bir öykü, kent, kasaba tarihi de bırakmış geride. Her birey farklı an ve değişik zamanlar peşinde koşacakları sırada, nereye doğru yol aldıklarını bilmeden resmedilmişler ki, evet, ileride yapılacak bir açılımla okunsunlar. Yoksa neden o an bırakıldı geride? Göstermelik olsun diye mi?

Hayır! Hayır! İyi bakalım bu fotoğrafa; bu an'ı dondurup o biçemiyle resmedip yiten kişiden hiçbir iz yok elimizde ki onu konuşturalım.

Daha o yıllar, bu simetrik görsellik anıtını geleceğe gizli yansı versin ve anlatıcısını bulsun diye sırlayan fotoğrafçının önhazırlık çabasında ve onun önüne çıkan aile profilinin derin arkaplanında sır var. Gören, arkaplanı gören ve gelecekte onu görebilecek göze sır veren sanatsal gözle bu görselliğe bakınca daha başka öğeler de ortaya çıkar. Bakın!

Fotoğraftaki her birey üzerinde tek tek çalışan bir sanat gözü var şu yanda. Bu gözü görebildiniz mi? Önünde üçleme simetri duruyor!

Bu göz işte bu göz evet bu göz ile bu fotoğrafı okuma hedefini, bakın, bu satırların yazarı kendisine bir açılım ve okuma hedefi yaptı.Öte yandan evet, fotoğraftaki öykü ise uzun!

Bununla birlikte elimizde çok uzun bir süre yok ve yaşam ise çok kısa.

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez
Stockholm, 16 Aralık 2009

10 Aralık 2009 Perşembe

Bu fotoğrafta bir aile ve tarih var; İkinci yazı

Değerli İzleyici,

Bu fotoğrafta bir aile öyküsü var. Daha özü bu aile fotoğrafla bir öykü bırakmış geride. Bir kent, kasaba anısı bırakılmış. Her birey farklı an ve değişik zamanlar peşinde koşacakları sırada, kendilerine verilen rolü sahnelemeden önce bir araya gelmişler ve sonsuzluğa doğru yol aldıklarını da bilmeden resmedilmişler.

Resmeden kim? Bu fotoğrafı kimin çektiğini bilmiyoruz evet. Bu an'ı dondurup o biçemiyle bırakıp yiten kişiden hiç bir iz yok elimizde.

Çekim sırasında adsız bir kahraman olacağı sezgisini yaşadı mı, görsel bir sanat ürünü ortaya koyduğunu ayrımsadı mı, kaç saat bekledi bunu çekmek için ve ne tür teknikler kullandı, örneğin bu fotoğrafın arabını cam üzerine mi aldı? Olası, körüklü ve ayaklı bir makine kullanıldığını düşünebiliriz. Hangi dili kusursuz konuşabiliyordu, hangi dilleri biraz kullanabiliyordu bu an'ı oraya resmeden kişi, bu konuda bilgimiz yok.

Bir konuyu kestirmek zor değil, o kadar zor değil. Körüklü ve ayaklı ve yere sabitleştirilen, çekerken siyah bir torbanın geniş ağzından objeye bakılan ve ona göre körüğün ileri geri oynatılmasıyla netleşme tonları sağlanabilinen bir makine kullanılmıştır bu çekimde.

Fotoğrafçının, özel durumlar için varlıklı ailelerin yapacakları ödemeye göre, evlere gidebileceğini de düşünebiliriz. Bu görsellik elde edilsin diye ortaya konulan önhazırlık çabasında bir arkaplan var. Arkaplanı gören gözle bu görselliğe bakınca daha başka öğeler de ortaya çıkar. Her birey üzerinde tek tek çalışan bir sanat gözü var burada.

Bireyler nereye, nası bakacak? Buna yön veren kim? Ön sırada yerde oturan iki çocuk da bağdaş kurmuş? Bir rastlantı mı bu? Yoksa bu duruşu onlara öneren ve denetleyen sanatçı mı? İkinci sırada sağ uçtaki erkek çocuk, bir elini çenesine tutundurmuş. O eli, o çeneye götürüp orada durması gerektiğini söyleyen kim? Aynı sırada öteki uçta bu kez kız çocuğunun duruşuna bakalım. İşte oradan bakıyor!

Bir eli yanındaki bayanın sol dizinin üstüne bırakılmış duruyor. Diğer eli, serbestçe sarkıyor aşağıya ve bayanın eli gerilimsiz dokunuyor kız çocuğunun koluna. Onlara bu fotoğrafta bu duruşu veren kim? Biraz daha bakın! Uçlarda oturan iki bayan, içteki kollarını diz üstü getirmiş ve ellerini orada serbest bırakmışlar ve öteki elleriyle, gergin olmayan birer dokunuşla yanlardaki çocukların sokulmalarına olanak vermişler.

Nasıl? Bu ikilideki kol ve el tutunmaları simetrik değil mi? Bu simetri duyumu ortadaki bayanın ve önündeki çocuğun kolları ile pekişiyor. Dahası da var! Ortadaki iki bay giyim ve duruş tarzıyla merkez güç simgeleri olarak bu simetri vurgusunda odak noktadadırlar. Nasıl!

Sırtını merkez güç odağına vererek ortada oturuşuyla, bu bayanın verdiği özel simgeler var. Başı siyah bir tülbentle bağlı bayanın önünde ve her iki yanındaki dört erkek çocuğun da annesi olması, bu sahnede merkez gücü temsil etmesi için yeterli bir neden sayılmalı. Evet! Bu insanların yaşadıkları bu toprak parçası nerede olabilir? Hangi yıllarda çekildi bu fotoğraf? Bu fotoğrafta birden fazla gizem var.

Meraklısı için bu fotoğrafta bir aile öyküsünden daha fazla şeyler, şöyle ki, anlatıcısını uzun yıllar sessiz soluksuz sabırla bekleyen bir tarih var. Anlatıcısı nerede? Değerli İzleyici, bu konu burada sürecek.

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez
Stockholm, 10 Aralık 2009

9 Aralık 2009 Çarşamba

Sarıkamış adlı böyle bir blog neden; İlk yazı

Değerli İzleyici,

Bu özel blog fikri de nereden çıktı, diye soracaksınız! Özetle vermek isterim. ‘Soyaile’ logosu altında bir süredir fotoğraftaki ailenin bu fotoğrafta olmayan üçüncü kuşak üyelerinden haberler alıyordum.

'Soyaile’ haberlerine bakarak, oradaki sıcak ortamı; iletiş, değişim, evrilme dinamikleri açısından merak ediyordum. Beni çekiyordu.

Kasım ayı içinde Kapadokya’ya giderken yolumuz Ankara’dan geçti. Raci Bey ‘Soyaile’ kahvaltısına konuk etti bizi. Biz de ‘Oğuzlardan Günümüze Türkçenin Serüveni’ başlıklı bir sunum yaptık.

İzlediğiniz fotoğraf bir süredir beni sarsıyordu. Bu satırların yazarını da bir ucundan içine aldığı için onu sözlü anlatı kıvamında görmemi bekliyordu bu fotoğraf benden. Bu fotoğrafı, açıkçası uzun epeyce bir süredir okuyordum. İnanamayacaksınız, biliyorum! Bir sır vardı.

Buna bağlı gizemli düşlerle yaşıyordum öte yandan! Sonunda bu okumaları sizlerle paylaşmamı da istedi bu fotoğraf benden!

Bunu nasıl yapacaktım? Ancak bir blog ile bu konuyu açabilir, sorunu da aşabilirdim. Sürekli devinimle evrilen ‘Soyaile’ süreklilik isteyen bir ilgi de gösteriyor ve sunuyordu. Çapraz duygulara kapılmıştım.

Bunu görmemezlikten gelemezdim. Aslına bakılırsa, bu ailenin ikinci ve üçüncü kuşak üyeleriyle görüşmelerimizi mektup/anı/günce türünde, bir başka blog (http://tekinsonmez.blogspot.com) ile birkaç ay önce kamuoyuna sunmuştum.

Belki inanmayacaksınız, bu çekirdek aile fotoğrafında görünmeyen fakat bana çok sevecen görünen Nine (Büyükanne) ile olan öyküyü, 1993'de yayınlanan 'Söylence Berlin' adlı romanımda Berlin'de yazmış ve yayınlamıştım. Nine (Büyükanne) peşimi bırakmadı, çünkü onun sırlı anahtar anlatıları vardı bende ki, onlar Soğanlı Dağları'nda geçmişti.

Bu fotoğrafın da beni sürekli uyarması üzerine, bu kez doğrudan, http://sarikamistekinsonmez.blogspot.com ile sizlerle iletişim kurmayı deneyeceğim ve bu fotoğrafın okumasını, daha doğrusu tarafımdan okunmasını ertegün aralıklarla sunacağım.

Fotoğrafta olmayan ikinci kuşak Cihat Bey, üçüncü kuşak Raci Bey ile yaptığım söyleşiler ve daha öncekiler bu blog'da yayınlanacaklar.

Kısacası iki kuşak var bu fotoğrafta ki, bugün bu insanlarla başlayan aile dördüncü kuşak bireylerle büyüdü ve zenginleşti. Çekirdek olan ilk kuşaktan ise hemen hiç birisi yaşamıyor.

Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez
Stockholm, 9 Aralık 2009